Çalışma hayatında ortaya çıkan ekonomik ve teknolojik gelişmeler nedeniyle işverenlerin işyerinde ve iş organizasyonu içerisinde zaman zaman başka işverenlere de yer vermesi gerekmektedir. Bu durum alt işverenlik kurumunu ortaya çıkarmıştır. 4857 sayılı İş Kanunun 2/6. maddesine göre; "bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişki asıl işveren-alt işveren ilişkisi" olarak tanımlanmıştır.
Aslında bu şöyle de açıklanabilir; asıl iş sahibi işin tümünü bir başkasına yaptırıyorsa müteahhitlik, işin bir kısmını kendisi yapıyor ve bir kısmını başkasına yaptırıyorsa taşeronluk ya da alt işverenlik söz konusudur.
Uygulamada özellikle inşaat sektöründe, maliyetleri düşürmek, düşük ücretli işçi çalıştırmak, işçilerin haklarından yararlanmasını sınırlandırmak ya da engellemek ve diğer yasal yükümlülüklerden kaçınmak amacıyla alt işverenlik kurumuna sıklıkla başvurulmaktadır. Bunun sonucunda işçiler, iş yapılan firmalar üzerinden işe giriş-çıkış işlemleri yapılıp, sigortaları bu firmalar tarafından yatırılarak çalışmaya devam etmektedirler. Fakat, çoğunlukla bu tür değişiklikler işçiler tarafından bilinmemekte, iş akdinin feshi sırasında ortaya çıkmakta, bu durum da hizmet tespit davalarına konu olmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigorta ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 86/9. Fıkrasına göre aylık prim ve hizmet belgesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak tespit ettirebilirler.
7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5.maddesine göre iş mahkemeleri, işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıkların yanısıra, iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda da görevlidir.
Yargıtay hizmet tespiti davalarının kamu düzeninden olduğunu, sigortalının korunmaya değer yararının Anasayal bir hakka dayandığını, dolayısıyla, bu davalarda özel bir ispat yöntemi öngörülmemekle birlikte, araştırmanın geniş bir biçimde yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Anayasanın 60.maddesine göre, “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Bu kapsamda sosyal güvenlik hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulmaz ve vazgeçilmez bir haktır. Sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez. Hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinmeyip, gerek görüldüğünde resen araştırma yapılarak kanıt toplanması gerekmektedir.
Bu kapsamda, hizmet tespit davalarından vazgeçmek ya da feragat etmek mümkün değildir. Aynı zamanda, yine bu nedenle, hizmet tespit talepleri, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3. maddesindeki zorunlu olarak arabuluculuğa başvurma şartına tabi değildir.
Hizmet tespiti davalarında zamanaşımı 5 yıldır. İşçi veya işçinin ölümü halinde yerine geçen hak sahipleri hizmet tespiti davasını, hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak açabilirler.
Hizmet tespiti davalarında eylemli çalışma olgusu esas alınmaktadır. Bunun anlamı, işçinin sürekli olarak belirli bir işveren için hizmet verdiğini düşünerek, onun gösterdiği yerde işini yapmaya devam etmesidir.
İşçinin sigorta kayıtları başka bir işveren üzerinde gözükse dahi, gerçek işverenle hizmet ilişkisinin sona erip ermediği, sigortalı gözüktüğü diğer işyerinin, gerçek işverenin başka bir işyeri olup olmadığı, başka bir işyeri olmasa bile gerçek işverenle sigortalı olarak göründüğü işveren arasındaki iş ilişkisi sonucunda gerçek işverenin gösterdiği yerde çalışıp çalışmadığının ortaya konulması gerekir. Eğer gerçek işveren, işçinin yasal haklarını (kıdem tazminatı, ücret alacağı, genel tatil ücreti gibi) almasını önlemek amacıyla, işçisini başka bir işyerinden muvazaalı olarak sigortalı göstermişse, bu gerçek işverenin hukuki sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Konuyla ilgili bazı Yargıtay kararları şöyledir;
“Dava konusu döneme işe giriş bildirgeleri verildiğinden, işyeri devri ya da davalı şirket ile dava dışı şirket arasında organik bağ bulunup bulunmadığının ticaret sicili ve vergi kayıtları araştırılarak belirlenmesi gerekir.” (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 15.01.2013, 2012/24374 E. ve 2013/100 K.)
“Davacının hizmet akdine dayalı olarak çalıştığının tespiti için tanık beyanları arasında hizmet akdinin bağımlılık unsuruna ilişkin beyanlar yönünden var olan çelişkinin giderilmesi gerekir. Davacının hizmet akdine bağlı olarak çalıştığının tespiti halinde, ayrıca, çalışma süresi, part-time çalışma olup olmadığı, tespitine karar verilecek dönemler yönünden işverenlerin kimler olduğu ve çalışma ve prim gün sayısı ile prime esas kazanç miktarı hükümde ayrıntılı olarak gösterilerek mahkemece bir karar verilmelidir.” (Yargıtay 21.Hukuk Dairesi 24.06.2009, 2009/21-249 E., 2009/291 K.)
“Davalıya ait işyerine ilişkin olarak, esnaf odası kaydı, gayrisıhhi müessese kaydı, karakol kaydı, vs. getirtilerek incelenmelidir. Yine SSK sicil dosyası getirtilip, tüm dosya kapsamına göre bir değerlendirme yapılarak belirlenecek çalışma olgusuna göre karar verilmesi gerekir. Davacının davalının nezdinde çalıştığını iddia ettiği süreye ilişkin olarak, başka işveren ilişkin sigorta kaydı gözükmektedir. Dairemiz ilkesel olarak eylemli çalışılan işvereni esas almaktadır. Başka bir anlatımla sigorta kayıtlarının muvazaalı olarak başka işveren üzerinde gösterilmesi gerçek işverenin durumunu ortadan kaldırmaz.” (Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 14.10.2010, 2008/35416 E., 2010/29106 K.)
“Davacı davalı işyerinde 14.07.1996 tarihinde çalışmaya başladığını ve 10.05.2004 tarihine kadar çalışarak yaşlılık aylığı almak için işyerinden ayrıldığını iddia ederek, kıdem tazminatı, izin ücreti, fazla çalışma ücreti ve hafta tatili alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir. ………..........
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının çalışma dönemi içerisinde 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasında aynı zamanda B şirketinde çalıştığı görülmektedir. Mahkemece bu şirket ile davalı şirketin ilişkisi kesin olarak saptanıp ortaya konulmamış, bu süre de çalışma süresine eklenmiştir. Mahkemece yapılacak iş bu dava dışı şirketteki çalışmaya ilişkin olarak davacının beyanının tespiti ile davalı şirket arasındaki ilişki araştırılıp hizmet akdi devri, işyeri devri ile birlikte istihdam gibi bir ilişki tespit edildiği takdirde bu şekilde karar vermek, dava dışı bu şirket ile davalı şirket arasında ilişki olmadığı anlaşıldığı takdirde bu çalışma dışlanarak davacının hak ve alacaklarını yeniden hesaplamaktır.” (Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 23.11.2011 2009/28496 E., 2011/45380 K.)
Avukat Aslıhan Gürbüz Sevim
23 Eylül 2020
Ankara
Yararlanılan kaynaklar
Cevdet İlhan Günay, "İş Davaları", Yetkin Yayınları
Can Şafak, "4857 Sayılı İş Kanunu Çerçevesinde Taşeron (Alt İşveren) Meselesi" http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2004-51-5
Betül Erkanlı, "Alt İşverenlikte Asıl İş- Yardımcı İş Ayrımı", https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/753635
©️Bu sitedeki yazılar, yazar adı ve site kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Comentarios