top of page
Yazarın fotoğrafıAslıhan Gürbüz Sevim

Mülkiyet Hakkı

Güncelleme tarihi: 9 Tem 2021

Mülkiyet hakkını en yalın haliyle insanın bir şey üzerinde kurduğu hakimiyet olarak tanımlamak mümkün.


Biraz daha açmak gerekirse, mülkiyet hakkı, taşınır (menkul) ya da taşınmaz (gayrimenkul) bir eşya üzerinde hak sahibine kullanma, yararlanma ve tasarruf yetkisi veren, hukuk düzeninin sınırları içinde kullanılabilen, mutlak ve ayni (herkese karşı ileri sürülebilen) bir haktır. Mülkiyet hakkına sahip kişi, mülkiyetinde olan nesneyi kullanma, başkalarına devretme, tahrip etme, nesnenin ürünlerinden yararlanma yetkisine sahiptir.


Bu yazıda amacım, ilk bakışta yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi anlaşılan mülkiyet hakkından, ziyadesiyle karmaşık ve daha kapsamlı olan, Anayasanın 35. maddesinde düzenlemesi bulunan, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) önüne gelen bireysel başvuruların içeriğini oluşturan ”anayasal mülkiyet hakkı”nı özetlemek. Şunu baştan belirtmek isterim, bu kadar kapsamlı bir konuyu bir çırpıda anlatmak hayli zor.


Eşya hukukundan başlayıp imar hukukuna uzanan, fikri mülkiyet hukuku, vergi hukuku, sosyal güvenlik hukuku, ceza ve ceza usûl hukuku, idare hukuku, borçlar hukuku gibi birbirinden çok ayrı ve ilgisi olmayan bütün hukuk disiplinlerinden kaynaklanan mülkiyet hakkı uyuşmazlıkları, Anayasa Mahkemesi ve AİHM nezdinde bireysel başvuruya konu olabilmektedir.


Bir yanda milyarlarca liralık değerdeki vergi uyuşmazlıkları, diğer yanda ceza hukuku gereği müsadere edilen ya da el konulan malvarlıkları için pek çok alanda mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddia edilebilir.


Anayasa Mahkemesi’nin yayınladığı istatistiklere göre, “adil yargılanma hakkı”ndan sonra en çok bireysel başvuruya konu olan temel hak, “mülkiyet hakkı”dır.


Anayasanın 35. maddesinin;

İlk fıkrasında herkese mülkiyet hakkı tanınmaktadır.

İkinci fıkrasında, mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlandırılabileceğini ya da mülkünden yoksun bırakılabileceğini düzenlenmektedir.

Üçüncü fıkrasında ise; mülkiyet hakkının kullanımının kamu yararına aykırı olamayacağı belirtilmiştir.


Anayasanın 35. maddesiyle ortaya konulan üç kural kısaca şöyle açıklanabilir; mülkiyetten müdahale edilmeksizin yararlanılması; mülkiyetten yoksun bırakılma, mülkiyetin (kamu yararına aykırı) kullanımının kontrol edilmesi.


Ayrıca, mülkiyet hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1. Nolu Protokolünün 1. maddesinde de tanımlanmıştır. Buna göre; her gerçek ya da tüzel kişi, mülkiyetinden/malvarlığından müdahale edilmeksizin yararlanma hakkına sahiptir. Hiç kimse, kamu yararı uyarınca ve yasanın ve uluslararası hukuk genel ilkelerinin öngördüğü koşullara tabi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılması hali dışında, mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.


Mülkiyet hakkı bakımından ilk akla gelen soru, nelerin mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu belirlemektir. Biraz önce de belirttiğimiz gibi özel hukukta gördüğümüz, taşınır ve taşınmaz malvarlıklarının maliki olmakla, anayasal mülkiyet hakkının kapsamını bir tutmak mümkün değildir. Kavramların isimleri aynı olsa da, anayasal mülkiyet hakkının uygulama alanı daha geniş ve kapsamlıdır.


Menkul ve gayrimenkul mallar, elle tutulabilir veya tutulamaz varlıklar, alacaklar, hisseler, patentler, markalar, bir sinema eserinin telif hakkı, emeklilik maaşı hakkı, ev sahibinin kira alma hakkı, bir faaliyetin yürütülmesine ilişkin ruhsat hakkı, bir mesleği icra etme hakkı, sosyal güvenlik hakları, belli bir usulün uygulanacağına dair meşru beklentiye kadar ekonomik değer oluşturabilecek her şey anayasal mülkiyet hakkına konu olabilir.


Örneğin bir işi yapabilmek için gerekli işletme ruhsatları ve müşteri çevresi ile mesleki unvanlara bağlı imtiyazlar mülkiyet hakkının maddi kapsamındadır. Muhasebeci olarak çalışan kişi, sonradan mali müşavir olmuş, sonradan yürürlüğe giren kanuni düzenlemeler uyarınca bu yetkisi elinden alınmış ise bu durumu mülkiyet hakkının ihlali olarak nitelendirmek mümkündür. Çünkü bir gelir kaybı olduğu açıktır.


Veyahut da avukatlık mesleği başarılı olarak icra edildiğinde, bir müşteri/müvekkil çevresi oluşacağı ve bu müşteri çevresinin de mülkiyet hakkı kapsamında olduğu AİHM ve AYM kararlarından anlaşılmaktadır.


Mülkiyet hakkından yararlanılabilmesi için gerekli olan ilk şart, talep edilen varlığın, mülkiyet hakkına müdahale edildiği bildirilen tarihte, başvurucunun/malikin malvarlığında bulunması veya bulunacağı yönünde meşru bir beklenti olması gereklidir. Aksi halde mülkiyet hakkı korumasından bahsedemeyiz.


Buna örnek olarak şu durumu gösterebiliriz; başvurucu film senaryoları yazdığını, yazdığı senaryolar kullanılarak çekilen filmlerin izni olmadan yayınlanmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, talebinde senaryolarının izinsiz kullanılmasından şikayet etmemiştir. Başvurunun konusu, senaryolarını yazdığı filmlerin izni olmadan yayınlanmasından ibarettir. AYM, bu durumda, sinema filmi üzerindeki maddi ve manevi hakların malikinin kim olduğu konusunu öncelikle tartışmış ve başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.


Diğer taraftan, anayasal mülkiyet hakkı, çalışanların (işçilerin veya memurların) belirli bir ücret/maaş almasını teminat altına almaz. İş değiştiğinde, alınan aylığın değişmesi mülkiyet hakkı kapsamında değildir. Fakat, maaşın azalmasını engelleyen veya tazmin eden kanuni düzenleme ya da içtihat bulunması halinde, maaştaki azalma mülkiyet açısından incelenebilir.


Aynı şekilde, belirli bir statüye atamanın yapılmamasından dolayı mali gelir kaybı, nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği söylenemez. Gelecekte olması muhtemel potansiyel haklar mülkiyet hakkının kapsamı dışında kalır.


Bir ekonomik değerin elde edilmesine yönelik, meşru beklenti kavramı ise karşımıza sıklıkla alacak hakları bakımından çıkar. Alacak hakkına ilişkin olarak, mülkiyet hakkının uygulanabilmesi için, söz konusu alacak mevcut olmalı ve bu hakka müdahaleyle malvarlığında azalma olmalı ya da alacak hakkının mevcut olacağı yönünde bir beklenti bulunmalıdır. Alacak ispat edilmiş veya icra edilebilir ise anayasal mülkiyet hakkı korumasından yararlanabilir. Bu alacağın hukuki dayanağının bir sözleşme ya da haksız fiil olması arasında fark yoktur.


Mülkiyet hakkının sınırlandırılmasında en önemli husus, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukukilik koşuluna uyması gerektiğidir. Yani müdahale yasal düzenlemelere uygun olarak gerçekleştirilmelidir.

Sınırlandırmada incelenen ikinci husus, hukuki koşullara uygun olduğu tespit edilen mülkiyet hakkına müdahalenin, kamu yararı ile toplum yararına olup olmadığının belirlenmesidir.

Mülkiyet hakkının sınırlanmasında, müdahalenin hukuki ve kamu yararı aşamalarına uygun olduğu tespit edildikten sonra bu sınırlandırmanın kişiye ölçüsüz ve aşırı bir külfet yüklenip yüklenmediği araştırılır. Bireysel başvurularda, asıl inceleme de genellikle bu noktada yapılmaktadır.


Örneğin, malikin taşınmazını ilgili idarenin mülkiyetine geçirdiğinden usulüne göre yapılan kamulaştırma müdahalesi, mülkiyetten yoksun bırakmanın bir örneğidir. Bu noktada kamulaştırma işlemi karşılığında taşınmazın bedelinin ödenmesi, müdahalenin yoksun bırakma niteliğini etkilememektedir. Taşınmazın bedelinin ödenmesi, yoksun bırakma niteliğindeki kamulaştırma müdahalesinin ölçülü olup olmadığının belirlenmesinde rol oynayan bir faktördür.


Burada bir hususu açıklamak gerekli; söz konusu haklarla ilgili olarak gidilebilecek başvuru ve yargı yolları tüketildikten sonra, mülkiyet hakkının ihlal edildiği konusunda bireysel başvuru yapılabilir. Bir bireysel başvuruda mülkiyet hakkının uygulanabilir olduğuna karar verildikten sonra, mülkiyet hakkına hangi tür müdahalede bulunulduğu ve bu müdahalenin anayasal mülkiyet hakkı için öngörülen sınırlama rejimine uygun olup olmadığı hem AYM, hem de AİHM önünde inceleme olanağına sahiptir.

Dileğim, faydası olsun…


Av.Aslıhan Gürbüz Sevim

Mayıs 2021



Yararlanılan Kaynaklar


© Bu sitedeki yazılar, yazar adı ve site kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page